24. BÖLÜM
"Verilecek Kırık Bir Kalp."
Bir günahkârın gerçekleştirmeyi istediği son arzusu olduğumu hissediyordum. Melih Han’ın beni öldürerek bu günah arzuyu gerçekleştireceğini de.
Geçen iki dakika içinde değişen tek şeyin kalbimdeki duygu olduğunu hissettim. Hızla çarpıyor fakat bunun dışında reaksiyon göstermiyordu. Melih Han bedenimi kendi bedenine bastırarak zapt ediyor, namluyu şakağıma ritmik bir şekilde vuruyordu. Duman’la birbirimize bakıyor, usulca seçimini yapmasını bekliyorduk. Telefondan hâlâ Ada'nın hıçkırık sesleri yükseliyor, Rose'un fısır fısır bir şeyler dediği duyuluyordu. Melih Han namluyu şakağıma daha sert dayadığında, Duman'ın gözleri olduğu yerden biraz kayarak alnıma çevrildi ve aynı anda yüzündeki her kasta çaresizlik alıp gitti. Sorun yoktu, Ada'yı seçebilirdi. "Birisi canın, kanın, kardeşin," dedi Melih Han, keyifle. "Diğeri kaltağın teki, seçim yapmak bu kadar zor olmamalı Duman."
Duman'ın silahı tutan eli seğirdi ve gözlerinin içindeki ateş üst katmanlara sıçrayarak daha hissedilebilir oldu. "Ada buradayım, seni duyabiliyorum tamam mı? Şimdi ağlama ve telefonu Rose'a ver."
Tam o anda Rose'un aksanlı sesini duyduk. "Seni duyuyorum," dedi, sesi ifadesizdi.
"Kaltak demişken," dedi Duman, kükreyerek. Gözlerini nefret içinde Melih Han'a çevirdi. "Bak, en büyük kaltak seninkisi!"
Kıkırdadım. Bu beklenmedik çıkışımla ikisi de gözlerini yüzüme çevirdi. Melih Han namlunun ucuyla şakağıma vurdu. "Beni oyalamayın!" Duman'a döndü. "Seç birini, derhal!”
Duman, "Bekle şerefsiz,” dedi.
"Evet, çok naziksin." Kafasını bana doğru döndürüp pis pis güldü. "Senin eklemek istediğin bir şey var mı?"
Ağzımın içinde biriktirdiğim tükürüğü suratına fırlattım.
Melih Han yüzünün bir kısmına dağılan tükürüğümü silmeye çalışırken öfkeyle gözlerini yumdu. O anda Duman bana doğru sessiz bir adım attı. Beni kurtarmak için harekete geçeceği o kısa an diliminde, hâlâ açık olan telefonun ucundan birtakım sesler yükselmeye başladı. Hepimiz bu anlamsız sesleri duyarak gözlerimizi telefona diktiğimizde, Ada'nın şaşkınlıkla bağırdığını duyduk. Rose onu susturmak için bir şeyler söylerken, sanki uzaklardaki bir kapı zorlanıyor, gıcırdıyordu. Melih Han kendisi için bir şeylerin yolunda gitmediğini fark edip "Ne oluyor orada?" dedi öfkeyle. "Rose?"
"Birisi kapıyı zorluyor," dedi Rose ve hemen çok daha yüksek bir sesle ekledi: "Eve girdi bile."
Duman’la gözlerimiz aniden birleşti ve çaresizliğin içindeki ilk umut ışığı onun gözlerinde yandı. Göz temasımız devam ederken, telefona kulak verdik ve boğuşmaları dinledik. Rose ve yabancı bir erkek sesi tartışırken, Ada'nın sesi soluğu tamamen kesilmişti. Bu adam kimdi? Bağırıyor, Ada'nın ismini sesleniyordu. Tüm bu cevap bekleyen sorular beynimin içinde ağırlık yaparken, "Bırak Ada’yı!" diye kükredi aynı yabancı adam. Hemen sonra bir gürültü duyuldu ve Rose'un sesi tamamen kesildi. Hışırtılar birbirini takip etti. Adam'ın sesi boğuk ve dehşetli şekilde devam etti. "Ada? Ada bana bak, iyi misin? Şoka girdin galiba. Evet, evet benim..."
Melih Han telefona doğru bağırdı. "Ne oluyor orada?"
Bir anlık sessizlik oldu. Hemen ardından, "Burada veya orada neler oluyor bilmiyorum," dedi nefes nefese, genç birine ait olduğu anlaşılan erkek sesi. "Geldiğimde Ada çığlık çığlığa bağırıyordu ve ben de kapıyı kırıp içeriye girdim. Onun başına silah dayanmış olduğunu görünce... Her neyse ve ne oluyorsa Ada şu anda güvende."
Telefon kapandı.
Duman kafasını arkaya atarak kahkahalarla gülmeye başladı.
Sırıttım ve onun ahenk içinde titreşen kahkahasını dinlerken, Melih Han'ın sesinin soluğunun kesildiğini anladım. Artık elinde Duman'a karşı kullanacağı koz kalmamış, işler hayal ettiği gibi gitmemişti. Şakağıma yaslanan namlu titriyordu, sanırım Melih Han artık silahı tutamayacak kadar korku ve şaşkınlık içindeydi. O genç adam kimdi, nasıl kendini riske atıp Ada'yı kurtarmıştı bilmiyorum ama işler mucizevi şekilde lehimize işliyordu. Duman'ın aşağılayıcı kahkahası küçük gülüşlere dönerek azaldı ve yerini günahının hazzını hisseden bir şeytanın keyifli, alçak gülümsemesine bıraktı.
"Önce," dedi Duman uzanıp elimden tuttu ve beni bir çırpıda kendine doğru çekti. "Canımı alayım... Sonra senin canını alacağım."
Göğsüm sertçe Duman’la çarpıştığında ellerim tutunma hissiyle beraber omuzlarına yerleşti. Duman beni çekmekle yetinmemiş, kollarını etrafıma sıkıca dolamıştı. Melih Han'ın o iğrenç dokunuşundan ve nefesinden uzaklaşmanın rahatlığıyla alnımı Duman'ın kalbine yasladım. Bana "İyi misin?” diye fısıldadı. “Bir yerinde ağrı sızı var mı?"
"İyiyim," diye yalan söyledim. "Beni boş ver, şunun icabına bakalım."
"Bakacağız." Duman artık daha sakindi, rahatlamış olduğu belliydi. Beni kollarına çekmek, kalbimi hissetmek sanki kendi kalbini bir arada hissetmek gibiydi. "Sen kenara geç, iki dakika sakinleş halledeceğim."
Duman beni yumuşakça ama hızlıca kendinden uzaklaştırdığında ona karşı koymadım. Beni bırakır bırakmaz Melih Han'a doğru bir adım attı. O an dönüp pisliğin suratına baktım. Hâlâ şaşkın olsa da başına gelebilecekleri hissetmiş gibi korkuyor ve gözlerini iri iri açmış, hızla soluyordu. Bazen yasak elmayı ısırmak yetmezdi, iyice tatmin olmak için onu yiyip bitirmek gerekirdi. Beni bu hali kesmezdi, kıvranması lazımdı. Duman onunla olan mesafesini kapatarak, "Sen bana seçim şansı verecek kadar iyisin madem, ben de öyle olayım," dedi ve gözlerini Melih Han'ın ellerinde gezdirdi. "Hangi elin?"
Melih Han silahına davranacak oldu ama Duman o daha bunu yapmadan uzandı ve bileğini ters çevirerek silahı yere düşürdü. Melih Han tamamen savunmasız kaldığında bu anın keyfini çıkardım ve yüzündeki korkuyu eksiksizce izledim. Duman kendi silahını onun suratına doğrulttuğunda, "Beni öldüremezsin," dedi Melih Han. Güçlü durmaya çalışsa da zavallı görünüyordu. "Beni öldürürsen o gecenin perde arkasını öğrenemezsin."
"Evet, belki seni bir süre öldüremem," dedi Duman, bunu inkâr etmiyordu. "Fakat bu, sana işkence etmeyeceğim anlamına gelmez."
"Ya... yapamazsınız!" Melih Han korkunun vermiş olduğu cesaretle kükredi. "Kılıma dokunursanız ağzımı açıp size tek şey söylemem."
Duman Melih Han'ın çenesini tutup kaldırdı ve onun koskocaman açılan gözlerine diri, yakıcı öfkesiyle bakarak silahın namlusunu alnının ortasına bastırdı. "Ben sana işkence yaparken sen her şeyi döküleceksin, senin bir şeyi seçme veya bize şart koşma şansın yok!" Namluyu alnına öyle sert bastırdı ki, Melih'in suratı acıyla kırıştı. "Böyle tehdit ediyordun değil mi? Namluyu bastırıp böyle gülüyordun? Nasılmış bu his, o soğuk namluyu hisseden birisi için de keyifli miymiş?"
Duman Melih Han'ın cevap vermemesiyle ilgilenmedi. Elindeki şırıngayı havaya kaldırdığında kaşlarımı çattım ama ağzımı açıp bir şey demedim. Melih Han'ın dehşet dolu gözleri esnasında şırıngayı onun omzundan aşağıya indirdiğinde, Melih Han'ın gözleri arkaya kaydı ve vücudu saniyeler içinde kontrolünü kaybetti. Zaten titreyen bacaklarının üstünden yere yığıldığında, bir taraflarının bana çarpmaması için bedeninden uzaklaştım.
"Neden bayılttın onu?" diye sorduğumda Duman şırınganın iğnesini içeri çekti ve cebine attı. "Onu taşırken gürültü çıkarmasın diye, neden olacak?"
Dudağımı büktüm. "Yalvarmasını dinlemek zevkli olurdu aslında."
Duman, maskesini suratından çıkarıp fırlattığında yakışıklı yüzüyle aydınlandım. Silahı beline sağlamca yerleştirdiğine emin olduktan sonra eğildi ve Melih'i ayaklarından tuttu. "Ben şunu sürükleyeyim, sen arkamdan gelip etrafı kontrol et. İtin biri yolumuza çıkmasın."
"Tamam, şırıngayı ver, benimki kırıldı."
Şırıngayı verdiğinde peşine düştüm. Duman Melih Han'ı taşımakta zorlanıyordu, çünkü ağırlık taşımak konusunda iyi değildi. Sorun kalbiydi. Kalbi erken yorulduğu için pek çok şeyde başarısız oluyordu. Bir an eğilip Melih Han'ı taşımak konusunda ona yardımcı olmak istedim ama daha sonradan birinin arkamızı kollamak zorunda olduğunu fark ettim. Melih Han'ın vücudu basamaklardan inerken sarsılıyordu ve bu beni memnun ediyordu. Duman onu merdivenlerden indirdikten duraksadı ve alnından akan teri sildi. Dinlenmek için biraz beklediğinde, "İyi misin?" diye sordum, sesim kendi içinde duygulara bölünmüştü. "Sürüklemek kolay olmalı, devamını ben yapabilirim."
"Sadece biraz nefesim kesildi," dedi ama bundan daha fazlası olduğunu görüyordum. "Sandığın kadar kötü değilim."
Melih'i sokak kapısından dışarıya çıkarttığımızda, etrafıma son kez baktım ve eve girerken bayılttığımız elemanın ayılmakta olduğunu gördüm. Tekrar geri dönüp onu bayıltmak yerine sokak kapısını çekip çıktım. Duman Melih'i arabaya doğru sürüklerken, gözüm ev kapısındaki kameraya takıldı. Yüzlerimiz açıktı ve muhtemelen kadraja girmişti. Melih Han bizi tanıyorsa diğerleri de tanıyor olabilirdi, bunu riske atamazdım. Bu yüzden belimden silahımı çıkardım, namluyu kameraya odakladım ve parmağımı tetiğe yerleştirerek silahı çektim. Kameranın ekranı parçalara ayrıldı ve parçalar yere dağıldı. Duman durup mırıldandı. "Beni kalbimden vurmana şaşırmamalıyım."
Dönüp ona baktığımda erimiş kanatlarına ağıt yakan bir meleği izleyen şeytan gibi hissettim. Arabanın yanına varmıştık, Duman'a kolaylık olması için arabanın arka kapısını açtım ama Duman homurdandı. "O pisliğe arabanın arka kapısını mı vereceğim sanıyorsun? Bagajı aç."
Çarpıkça gülümsedim. "Bu benim aklıma gelmeliydi."
Başımın üzerine bir öpücük kondurarak yanımdan geçti ve Melih'i bagajın önüne doğru sürükledi. Cebinden anahtarı aldım ve bagajı açtıktan sonra Melih Han'ı içeriye sokmasına yardım ettim. Bagajı üstüne kapattığımızda, ikimiz de derin bir nefes vererek birbirimize baktık. Uzanıp yüzüme gelen bir tutam saçı çekti ve yavaşça kulağımın arkasına bıraktı.
"Benden daha soğukkanlı olmayı nasıl başarıyorsun Mahşer? Üstelik alnına dayalı bir silah varken bile?"
"İlk kez ölmeyecektim."
Onu orada bırakıp arabada, şoför koltuğunun yanına oturdum ve kapıyı örttüm. Tamam, planda olmayan şeyler gelişmiş olsa da şu an her şey yolundaydı. Aslında Melih Han'ı almak plana dahil değildi ama madem açığa çıkmıştık, o zaman onu almaktan başka çaremiz yoktu. Duman bir mekândan bahsetmişti ama nereye götüreceğini bilmiyordum. Fakat daha büyük bir sorunumuz vardı. Ada nasıldı ve onu kurtaran adam kimdi? Bunu düşünürken aklıma ansızın birisi geldi ve bu beni ciddi anlamda şaşırttı. Ada'nın konuştuğu o genç çocuk olabilir miydi? Oysa Ada onun artık yazmadığını söylüyordu.
Ağzımı açıp bu düşüncem hakkında tek kelime etmedim. Zaten eve gittiğimizde her şey aydınlanacaktı. Duman'ın yüzünün haline bakılırsa da bu konu hakkında düşünceli olduğu belliydi. Yüzünden geçen her damarın bir şeyler anlatma gayesini izliyor, mimiklerimi anlamsız şekilde onun soktuğu şekle sokuyordum. Onunla kaşlarımı çatıyor, yine onunla aynı anda dudağımı ısırıyordum.
Bir sokağa girdiğimizde Duman arabayı boş deponun önüne çekerek durdu. Tenha, karanlık bir yerdi. Sanayi benzeri bir yer olmalıydı; etrafta eski arabalar, tenekeler, çöp yığınları vardı. Duman arabadan indiğinde onun arkasından indim ve bagaja doğru yürüdüm. Bagajı açtığımızda Melih'i tıpkı bıraktığımız gibi bulduk. Duman onun başından tuttuğunda ben de ayaklarından tutup ona yardımcı oldum. "Bu deponun anahtarı var mı sende?"
"Seninle sevişiriz diye bu depoyu tutmuştum, ruhuna müsait diye. Melih Han'a nasip oldu."
"Doğru, benim ruhum da işte bu kadar pis."
Duman'ın yüzündeki ifade yerini pişmanlığa bıraktı ama buna gerek yoktu. Deponun girişine geldiğimizde cebinden çıkardığı anahtarla deponun kapısını açtı. Etrafı çevreleyen karanlığa gözlerimin alışması için biraz bekledim. Melih'i deponun içine kadar sürükleyerek bir kenara fırlattıktan sonra nefes nefese doğruldu.
"Bir iğne daha vuralım, uyanınca gürültü yapmasın."
İki iğne onu saatlerce uyuturdu. Uyansa bile buradan çıkamazdı fakat gürültü yaparsa insanların dikkatini çekebilirdi. Doğrusu burada pek insan yoktu ve olanların da burada pis işler döndüğünü bildiklerini düşünüyordum. Duman işi bitince şırıngayı cebine attı, bana doğru yürüdü. Kenara geçip kapıdan çıkmasına izin verdiğimde demir kapıyı sessizce kapattı ve kilitleyerek Melih Han'ı oraya tutsak etti.
Arkamızda iz bırakmadan orayı terk ettik ve caddeye çıkana kadar sustuk. Gökyüzüyle alakalı süslü düşüncelerim yoktu, yıldızlar ve diğerleri benim için pek şey ifade etmezlerdi ama bu gece olan her şeye şahitlermiş gibi hissediyordum. Yanağımı serin cama yaslarken, bacaklarımı da koltuğa çıkararak kendime doğru çektim ve kollarımı etrafıma sardım. Yirmi iki yaş, hayatınızın mahvolması için iyi bir yaştı. Aslında yirmi iki yaş her şey için iyi bir yaştı. Âşık olmak, mutlu olmak, gülmek, gezmek, evlenmek, çılgınca şeyler yapmak ve daha birçok şey... Ayaklarının yerden kesilmesi için, bir erkeği sevmek için, belki bir çocuk doğurmak için... Belki yirmi iki yaş katil olmak için de iyi bir yaştı, zaten on altı yaşımda duygularım beni kendimin katili yapmıştı.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Duman. Sesi, sanki yüzüne çarpıp durduğum kapıları rüzgârın örttüğünü sanan o adama aitti.
"Seni," diyerek yalan söyledim ve böylelikle onu bazı anlar mutlu edebildiğimi gördüm. Evet, yirmi iki yaş böyle şeylerle güzelleşebilirdi. Gülümsemişti.
Gözlerimi kapatarak kaşlarımı daha sert çattığımda alnımda düşüncelerimin çatışma izlerini hissettim. Uykum vardı. Bu işi hallettiğimize göre evime gidip uyumak istiyordum ama Duman alışkanlık haline getirdiği gibi beni kendi evine götürüyordu.
Yolculuk tahminimden uzun sürdü, öyle ki evin önüne geldiğimizde güneş doğmaya başlamıştı. Gökyüzündeki değişimi izlerken kendimi arabadan aşağıya attım. Bir an yorgunluktan sarsılır gibi olarak sırtımı arka kapıya yasladım. Duman bunu fark ederek arabanın etrafını dolandı ve yorgun bedenimi göğsüne bastırarak ayaklarımı hafifçe yerden kesti. Beni apartman kapısına götürdüğünde, esneyerek garip sesler çıkardım. Başımın üstünde kıkırdadı. "Garip garip sesler çıkarma.”
"Bence sen nesin biliyor musun Duman?"
Kapıdan içeriye girdiğimizde adeta birbirimizle sarmaş dolaştık. "Neyim ben Mahşer?"
Fısıldadım. "Eski âşığımsın."
"Boğuk boğuk konuşuyorsun, seni duyamıyorum."
Onun ne dediğini pek de umursamadan kendi kendime, sesimi alçak tutarak konuştum. "Beni zaten hiç duymadın. Aslında ben de pek konuşmadım ama defalarca gözünün önünden geçtim, bir kez bile kafanı kaldırıp bana bakmadın. Şimdi güzelsin demen bana inandırıcı gelmiyor."
Beni duymadan konuşuyordu. "İçim içimi yedi saatlerdir. Bir bok anlamadım! Ada’yı yolda aradım, telefona da bakmadı."
Güldüm. "İşleri vardır."
"Ağzının içinde konuşup durma be kızım, anlamıyorum."
Duman kırık kapıyı itip içeriye girdi ve hemen arkasını dönerek koluma asıldı. "Başımın belası," diye homurdanmayı eksik etmedi. Hırlayıp omzunu ısırdım ve koridoru yürüyene kadar itişip durduk.
Oturma odasının önünde durduk. Duman gergin şekilde uzanıp kapıyı açtı. Gözüme çarpan ilk şey, tekerlekli sandalyesinde oturan ve sessiz iç çekişlerle ağlayan Ada oldu. Genç bir adam onun sandalyesinin önünde, dizlerinin üzerine oturmuştu ve Ada'nın kolunu yumuşakça okşuyordu. Kaşlarım çatılırken, gözlerim çocuğun arkasına kaydı ve baygın şekilde yatan Rose'u gördüm. Yerde, kendinden geçmiş haldeydi. Odasının ortasında bir silah duruyordu, Rose'un Ada'yı tehdit ettiği silah olmalıydı.
"Ne oluyor burada?"
Ada abisini gördü ve saniyesinde rahatlayarak daha çok ağlamaya başladı. Saçı başı dağılmış, yüzünün büyük kısmı kızarmış ve görebildiğim kadarıyla üstündeki uzun kollu geceliğinin yakası yırtılmıştı. Muhtemelen Rose’la boğuşmanın mirasıydı bunlar. Duman Ada'nın suratını gördüğünde içeriye fırladı ve kardeşinin yanına vararak onun önünde eğildi. "İyisin değil mi? Çok merak ettim seni, çok! Aradım, neden açmadın?”
Ada kollarını abisinin boynuna doladı ve hıçkırıklarla sarsılırken, ağlamaya onun omzunda devam etti. Duman da en az Ada kadar sıkıca sarılarak kardeşini kollarının arasına aldığında, genç adamın dik dik Duman'a baktığını gördüm. Esmer, kara kaşlı kara gözlü bir adamdı ve yirmi yaşlarında görünüyordu. Açıkçası çocuğun genel olarak umursamaz, serseri bir tipi vardı. Ben ona dik dik bakarken o beni hiç görmeden hayatının hatasını yaptı ve Duman'ı omzundan sarstı. "Ne oluyor birader, sen kimsi?”
Duman'a Ada'yı bırakmasını söylemiş, hem de onu omzundan sarsmıştı öyle mi? Artık Ada konusunda pek şansı olduğunu düşünmüyordum. Bugün bizim için doğru şeyler yapmış olsa bile. Duman omzunun üzerinden yavaşça arkasına döndü ve önce omzuna, sonra çocuğun suratına baktı. Boynunu tehlikeli bir şekilde yana yatırarak, kendisine dik dik bakan genç adama hırladı. "Sen kimsin, evimde ne işin var?"
Ada başını abisinin omzundan kaldırarak ıslak gözlerle ve biraz korkuyla genç adama bakarken, Duman'ın sorduğu soru üzerine adam duraksadı ve elini yavaşça Duman'ın omzundan çekti. "Senin evin mi?" Çocuğun gözleri korkuyla büyüdü. Ada'ya dönerek "Bahsettiğin abin mi?" diye sordu.
"Hıhı."
Çocuk büyük bir pot kırdığını fark edip mahcubiyetle Duman'ın gözlerine bakakaldı. "Kusura bakma abi, ben seni yabancı biri sandım. Öyle sarıldığını da görünce..."
"Ne abisi?" diye sordu Duman, ters ters. "Kimsin sen? Evimde ne işin var?"
Çocuk Ada ile bakıştığında onun konuştuğu çocuk olduğuna emin oldum. Bu soru her ikisini de beklenmedik anda yakalamıştı ve ne cevap vereceklerini bilmiyorlardı. Bu durumdan zevk alıyordum. Daha çok sırıtarak içeriye doğru bir adım attığımda, "Arkadaşım," dedi Ada, heyecan ve gerginlik içinde. "O... arkadaşım abi. Tesadüf eseri bugün bana uğramış, evin dışından da çığlıklarımı duyunca sokak kapısını kırıp içeriye girdi..." Ada bir an duraksadı ve yüzünü buruşturarak yerde yatan Rose'a baktı. "Rose'u bayılttı, böylelikle beni de kurtarmış oldu."
Duman kız kardeşinin açıklamasını dinledikten sonra dönüp bir daha çocuğun suratına baktı. Yüzü soğuk, bakışları mesafeliydi ve bu sebepten çocukla ilgili ne düşündüğünü anlayamıyordum. "Senin bir arkadaşın olduğunu bilmiyordum," dedi, ciddiyetle. "Nerede tanıştınız?"
Ada kıvranıyordu. "Şey... İnternette."
Duman aniden yükseldi. "O bilgisayara bakarken gülüp durmandan anlamalıydım ya."
Hem Ada hem de genç çocuk irkilerek bakışlarını kaçırdığında Duman kırdığı dizlerinin üzerinden doğruldu ve elinin içiyle yüzünü sertçe ovaladı. İkisinin sadece arkadaş olmadığını, kardeşini bir başka erkekle paylaşmak üzere olduğunu anlamıştı sanırım. "Senin adın ne?"
Genç adam elini Duman'a uzattı. "Muhammet," dedi.
Duman genç adamın kendisine uzattığı ele baktıktan birkaç saniye sonra kendi elini uzatarak onun elini kavradı. Nasıl sert sıktığını buradan bile görüyordum. "Ben de Duman ama sen zaten beni tanıyorsundur koçum. Bak, ne güzel ismin var... İsmin gibi edepli ol, güzel ol da bozuşmayalım."
Çocuğun suratına sinen duyguyu gördüm. Yüzünü buruşturmamak için direniyordu. "Tamam abi," dedi ve elini çekmeye çalıştı. "Bırakacak mısın?"
"Neyi?"
"Elimi."
"Ha seni eve? Tabii, hemen bırakırım koçum." Duman çocuğun kelimelerini istediği gibi yorumlarken elini bıraktı. "Ada'nın da dinlenmeye ihtiyacı var zaten."
Muhammet bir diğer eliyle moraran elini ovuştururken, "Beni eve bırakamazsın," dedi. "Bursa'dan geldim."
"Evet." Ada'nın sesi hâlâ inanamıyormuş gibi, şaşkındı. "Benim için."
Muhammet başını eğip Ada'ya göz kırptı. "Tabii ki."
Duman tanık olduklarının dehşetiyle konuştu. "Benim yanımda kardeşimle flörtleşiyor."
Çocuk anında tebessümünü kaybetti ve gözlerini Duman'a çevirdi. "Abi yanlış anla..."
Duman ona doğru bir adım attı. "Bursa'dan gelirken nerede kalacağını düşünmüşsündür herhalde değil mi?"
"Pek düşünmedim aslında." Çocuk omuzlarını silkti ve rahat bir şekilde Duman'a karşılık verdi. "Ada ile konuştuktan sonra atladım geldim."
Kalacak yeri yoksa burada kalmalıydı. Yaptıklarından sonra onu sokağa atamazdık. İçeriye doğru bir adım daha attım ve rahatsız edici sessizliği bozarak eve geldiğimden beri ilk kez konuştum. "Duman, gidecek yeri yoksa burada kalmalı. Unutma, çok büyük bir can borcumuz var, onu sokağa atamazsın ya."
Duman omzunun üzerinden bana döndü. Gözleri ateş saçıyordu.
"Ada'nın kapısının önünden bile geçemez," dedi buz gibi sesle. "Onu camdan aşağıya atarım."
"Niye?" dedim asileşerek. "Ben senin odana giriyorum ya."
"Evet," dedi Ada ama baş kaldırışı oldukça çekimserdi. "Aslında Mahşer ablam doğru diyor."
"Aynı şey mi? Biz seninle yıllardır tanışıyoruz, birbirimize güveniyoruz. Bunlar internetten konuşmuş, birbirlerini ilk defa görüyorlar. Aynı evde kalmalarına izin vermem bile delilikken siz beni mi sorguluyorsunuz?”
Aslında doğru diyordu. Onlar birbirlerini hiç ama hiç tanımıyorken Duman'ın böyle koruma içgüdüsü geliştirmesi oldukça normaldi.
Homurdanarak kendini boş koltuğa attı ve ayaklarını ortadaki sehpaya uzatarak kafasını koltuğun döşemesine yasladı. Bedeninden, suratından, hatta ruhundan yorgunluk akıyordu. Kolunu kaldırıp gözlerinin üzerine kapatırken konuştu. "Şimdi susun, bir beş dakika şu olanları idrak edeyim. Sonra kalkıp Rose ile ilgileneceğim."
Ada ile Muhammet hızla kafalarını salladı. Duman'ın yanına geçip koltuğun boş kısmına oturduğumda, Muhammet de kendini tekli koltuklardan birisine bıraktı. Duman onun yanına oturduğumu hissettiğinde kolunu hafifçe kaldırarak kirpiklerinin altından bana baktı. O bana baktığında, hiçbir dikişin tutmayacağı kadar derin yaralar içime doğru açılıyordu. Göz kırpıp kolunu tekrar gözünün üstüne koyduğunda bu hareketini beklemediğim için etkilendim.
Bir süre hepimiz sessizce oturduk. Ada ve Muhammet, Duman’ın gözleri kapalı olduğu için sık sık birbirlerine bakıyor, hemen utanarak önlerine dönüyorlardı. İkisi de heyecanlı görünüyordu. İlk karşılaşmalarının böyle olması talihsizlikti ama birbirlerini görmekten memnuna benziyorlardı.
Bakışlarım aşağıya düştü ve yerdeki Rose'u buldu. Gözleri hâlâ kapalıydı. Onun hakkında yanılmamıştım ama bu kadarını beklemediğimi kabul etmeliydim. "Uyandır şunu da neler anlatacak dinleyelim."
Duman yerinden bir hışımla kalktı ve üzerindeki ceketi çıkarıp attıktan sonra Ada’ya yürüdü. Kız kardeşini kucaklayarak tekerlekli sandalyesinden kaldırdığında, Ada mahcubiyetle kafasını önüne eğdi. Muhammet'in kendisini böyle görmesini istemezdi. Muhammet'e baktım ve onun gözünü bile kırpmadan Ada'nın kalktığı sandalyeye baktığını gördüm. Hiç görmeden, sadece konuşarak hoşlandığı kız için duyduğu derin üzüntüyü görüyordum. Duman Ada'ya öpücükler kondurarak odadan çıkardığında, "Şşt," diyerek Muhammet’e seslendim. "Hadi, sen de çık. Bizim konuşacaklarımız var."
Gözleri benimle buluştu. Bir gecede başına gelenlerden olsa gerek kuşkulu şekilde bir bana bir de Rose'a baktı. "Biz tanışmadık, senin adın neydi? Duman abinin eşi misin?"
"Yaa, eşiyim," deyip gözlerimi devirdim. "Mahşer benim adım, Ada bana senden bahsetmişti. Bu gece yaşadıklarından dolayı şaşkın olduğunu farkındayım ama bu konu hakkında ağzını sıkıca kapat. Biz Rose ile konuşurken burada olma, açıkçası sana güvenmiyoruz. Şimdi çık da onunla ilgileneyim."
"Çıkmıyorum," dedi ve kaykılarak sırtını tamamen koltukla bütünleştirdi. "Artık bu işe bulaştım, ben de sizden birisiyim. Ada'nın nasıl bir ortamda yaşadığını bilmek gayet hakkım."
"Efendim?" Tırnaklarımı çıkardım. "Bak ben çok fevri biriyim, birisi bana karşı çıktığında çok pisleşirim. Hadi, beni germe de odadan çık."
"Duman abi seninle niye evlenmiş ki?" dedi memnuniyetsiz bakışlarla beni süzerken. Gözlerinin rengi o kadar koyu kahveydi ki neredeyse siyahtı. Aptallığına göz devirdim, cidden eşi olduğumu mu sanıyordu? "Çok huysuza benziyorsun."
"Benzemiyorum, öyleyim." Dişlerimi kuvvetle sıktım. "Çıkar mısın odadan? Bunlar seni aşan, seni alakadar etmeyen konular."
"Ada'yı uzaktan ya da yakından alakadar eden her şey beni de alakadar eder." Kelimelerin her birine sert vurgu yapmıştı. "Siz nasıl abi yengesiniz ya? Kızın kafasında silah vardı, neyin içine soktunuz siz bu kızı?"
"Sesin çok çıkıyor," dedim artık iyiden iyiye öfkelenirken. "Bunlar senin boyunu aşar Muhammet."
"Benim boyum bir metre seksen dokuz santim, kolay kolay aşılmaz." Korkusuz, cesur görünüyordu. "Ada'nın güvenliğinden emin olamadığım sürece bir yere gitmiyorum."
"Salak," diye hırladım. "Duman gelsin de göreyim seni."
"Kocandan korkmuyorum yenge."
Koca mı? Yenge mi? Hâlâ beni Duman'ın karısı sanıyordu. Terleyen alnımı sildim ve onunla daha fazla uğraşmadan dizlerimin üstünde Rose'un yanına indim. Onu kuvvetlice sarstım. "Benim büyük kaltağım, hadi uyan da seninle biraz oyun oynayalım."
Elimi ensesinden yukarıya çıkardım ve parmaklarımın tümünü atkuyruğu saçlarına dolayarak, sarı saç tutamlarını diplerinden acımasızca çektim. Çekmemle beraber kafası yerden kalkmış ve Rose inleyerek yüzünü buruşturmuştu. "Ah, acıttım mı?" dedim yapmacık bir tavırla. "Hay aksi, elimin ayarı kaçtı işte."
Gözleri baygınca baktığı birkaç saniyeden sonra odağına beni aldı ve irisler hafifçe büyüdü. Bayılmadan önce yaşadıklarını hatırlamış olmalı ki ağzının içinde Rusça bir şeyler geveledi ve sonrasında saçlarını elimden kurtarmaya çalıştı. "Bırak beni!"
"Ada’nın kafasına silah dayadın, ha?” Diğer elimi çenesine yapıştırdım ve kafasını yukarıya doğru kaldırarak yüzünü yüzüme hizaladım. "O benim ailemden biri, onu incitemezsin. Bana her şeyi en başından anlatıyorsun."
İtiraz etme, şart koşma şansı yoktu. Tek çaresi ölmemek için bize dürüst davranmaktı. Başını ellerimin arasından kurtarmaya çalışırken, "Anlatacağım," dedi ve gözlerini etrafta gezdirdi. "Duman nerede?"
"Senin gibi biri onun adını nasıl bu kadar kolayca ağzına alabiliyor?"
Sesim kısık, ürperticiydi. Onun da vücudundaki her hücreyle beraber ürperdiğini hissettim. Hızla kafasını salladı ve bir daha Duman'ın adını ağzına almaya cüret edemedi. Duman'ı adını ağzına alan birinin yanıyor olması lazım. Çünkü, Duman bir tek yanan yerden yükselir.
"Uyanmış." Duman'ın boğuk sesini duydum ve gölgesini takip eden adım seslerini duydum. Kapıyı örterek içeriye girdikten sonra karşımda dikildi ve fırtınalı gözlerle Rose'u izledi. "Demek kardeşime silah çektin?"
Rose artık onun bakışlarından nasıl korktuysa, sanki onu koruyabilirmişim gibi bana doğru yaklaştı. Komikti.
"Din... Dinle," diyerek açıklamaya çalışırken kekeliyordu. "Öldürmeyecektim, öldürmezdim! B... Blöf yapıyordum. Melih Han zor..."
Duman saniyeler içinde dizlerinin üstüne çökerek parmaklarıyla Rose'un çenesini kavradığında, kadının boğazından tüyleri ürperten bir çığlık kaçtı ama bu Duman'ı durdurmadı. Muhammet'in gözlerini kısmış vaziyette, dikkatle bizi izlediğini görüyordum. Duman Rose'un çenesini sıkabildiği kadar kuvvetle sıktığında, kızın yüzü kıpkırmızı kesildi ve gözleri yaşardı. "Sen kim oluyorsun da benim kardeşimin kafasına silah dayıyorsun?" dedi kan dondurucu bir sesle. Yüzünü ve gözlerini tamamen ona hizalamıştı. "Seni öldürmez miyim öldüremez miyim sanıyorsun? Senin, benim kardeşim için duyduğum sevgiden haberin var mı?”
Müdahil olmak istemedim, bu benden çok Duman'ın sorunuydu. Rose'un gözlerinden yaşlar boşalırken, bir şeyler demeye çalıştı ama Duman çenesini sıkıca tuttuğu için konuşamadı. Yalvaran gözlerle bana baktığında sadece sırıttım. "Beni zor... zorladı. Yap...."
"Her şeyi eksiksizce anlatacaksın," dedi Duman, ona başka seçenek sunmadan. Kehribar gözleri, sanki hiç öpülmeyen bir çocuk sevgisizliğinde bakıyordu. Benden başka herkese. "Belki o zaman işini tek kurşunla, acısız bitiririm."
Rose hıçkırdı. Bazen acının rengi olmasa da sesi olurdu ve hıçkırıklar acıların sesleriydi. Kafasını hızla salladığında Duman ona tiksinti dolu bir bakış fırlatarak çenesini bıraktı ve dizlerinin üstünden doğrularak karşısındaki koltuğa oturdu. "Dökül.”
Koltuğa fırlattığı ceketine uzanarak cebini karıştırdı ve içinden sigara paketiyle çakmağını çıkardı. Rose öksürüyor, bir yandan da çenesini ovuşturuyordu. Duman bir sigara yaktıktan sonra paketi bana attı ve ben de içinden bir tane alıp onun çakmağıyla yaktım. Paketi kapatıp koltuğa koymak üzereyken, "Hani bana?" dedi Muhammet. "Bana da bir tane versene?"
Duman’la beraber dönüp ona baktık ve bu, yeterli bir cevap oldu. Nasıl baktıysak artık gözlerini kaçırarak ağzının içini havayla doldurdu ve kollarını göğsünün üzerinde kavuşturarak sessizleşti. Duman'ın sinir kat sayısının çoğaldığını gördüm. Hiç tanımadığı bir yabancının bu kadar içimizde olması onu geriyordu. "Burada duyulan her şey burada kalacak," dedi Muhammet'e bakıp her kelimenin üstüne bastırarak. "Duyuyor musun Muhammet? Hiçbir şey bu kapıların dışına çıkmayacak. Ayrıca Ada'nın güvenliği sana kalmadı koçum, aptal aptal konuşup beni ayar etme."
Muhammet dik bakışlarla Duman'a karşılık verdi. "Ya bana kaldıysa?"
"Canına mı susadın?"
"Sadece Ada'nın güvenliğinden endişe ediyorum," derken kollarını göğsünün üzerinde kavuşturarak önüne döndü.
Duman sinirle gülerek kafasını bana çevirdi. "Mahşer, ben bunu döverim."
"Onunla sonra ilgilenirsin," dedim daha sakin şekilde. "Önce şununla ilgilenelim."
Gözlerimizi Rose'a çevirdik. Bacaklarını kendine çekerek tortop olmuş, ağlayarak bize bakıyordu. Sigaramı dudaklarımın arasından alarak külünü ortada duran sehpadaki küllüğe silktiğimde, "Melih Han beni iki hafta önce buldu," dedi titreyen bir sesle. "Buradan çıkıp evime gittiğim bir gündü. Ben daha durağa inmeden önüme bir araba yaklaştı, karşı koyma fırsatım bile olmadan beni içeriye attılar. Melih Han o arabanın içindeydi. Benim bu evde çalıştığımı öğrenmişti, beni kullanmak istedi. Ben bunu kabul etmek istemedim ama..."
"Çok para verdi," diyerek onun cümlesini tamamladı Duman, sert bir sesle. "Sen de paranın üzerine atladın tabii."
"Evet, para verdi! Hem ben bu kadar ileriye gideceğimizi bilmiyordum, sadece birkaç bilgi veriyordum ona." Başını öne eğdi; nefret dolu, sevgisiz gözlerimizin altında ezildikçe eziliyordu. "Bugün benden istediği şey Ada'ya silah dayamam olunca itiraz ettim, yapamayacağımı söyledim ama beni öldürmekle tehdit ettiler. Yapmak zorunda kaldım ama onu vurmazdım, gerçekten."
Dumanı burnumdan üflerken, yırtıcı gözlerle yüzüne bakmaya devam ettim. Dürüst görünüyordu ama yalan da söylüyor olabilirdi. Ona yüzde yüz güvenemezdik ama söylediklerinin tümü tatmin ediciydi. Duman sigaranın külünü silkmek için kül tablasına uzanırken, "Tetiği çekmeyeceksen silah doğrultmayacaksın," dedi ve sigarayı küllüğün kenarına bıraktı. Hemen sonra hızlı şekilde elini beline atarak siyah silahı çıkardığında ve Rose'a doğrulttuğunda dudak büktüm. Muhammet koltukta geriye sıçrarken, Rusça bir küfür de Rose'un dudaklarından fırladı. Kendisine doğrultulan silaha kocaman açılmış gözlerle bakarken, Duman donuk bir sesle devam etti. "Ben doğrulttuğum silahın tetiğine basarım mesela. Basayım mı?"
"Ya... yapma." Rose sanki kendisine doğrultulan silaha bakamayarak gözlerini keder içinde kapadı. "Söyledim, öldürmeyecektim. İnan, yapmayacaktım. Ölmek istemiyorum, lütfen..."
"Sessiz ol, kurşunun alnına saplanıp beynini parçaladığındaki sesi duymak istiyorum." Duman'ın sesi tıpkı bir seri katil gibi, tüyler ürperticiydi. Muhammet şaşkınlığı yaşıyor, konuşamıyordu. Rose inleyerek ellerini kendisine sardığında, çaresizliği ruhumdaki karanlık tarafı tatmin etti ve içimdeki canavarı besledi. Duman'ın elinin bile titremediğini gördüm. Tetiği çektiğinde kadın hıçkırdı ve yalvarmaya başladı. Güldüm. Dönüp Duman’la birbirimize baktık ve o kahkahalar atarken ben sırıtmaya başladım. Bazen o silahı doğrultmak tetiği çekmekten daha korkutucu olurdu. Duman kahkaha atarken silahı indirdi.
"Bu korku beni biraz tatmin etti, seni öldürmeyeceğim."
Rose şaşkınlık içinde elini yüzünden indirirken, Duman kahkahalar atıp dalga geçmeye devam etti. Muhammet'in derin bir nefes aldığını işitmiştim. Duman kahkahaları azaldığında, "Serbestsin," dedi Rose'a. "Zaten Melih Han bulduğunda, konuştuğun için seni öldürecektir. Ben elimi kana bulamayacağım, çek git. Benden tavsiye, kaçabildiğin kadar uzağa kaç ki bulup seni öldürmesinler."
Melih Han elimizdeydi ve bizden kurtulamayacaktı. Aslında bu yüzden Rose'un peşine düşecek birisi yoktu ama bu korkuyla buradan Rusya'ya kadar kaçabilirdi. "Ciddi misiniz?" dedi ayakları üzerinde doğrulurken. "Gidebilir miyim? Bana zarar vermeyecek misiniz?"
"Gidebilirsin," diyerek Duman'ı tekrarladım. "Bu korku sana yeter."
"Ben..." Rose ağzının içinde Rusça bir şeyler geveledi ve elleriyle ıslak yüzünü kurularken doğruldu. Perişan görünüyordu. "Birkaç eşyamı alayım o zaman."
O ayağa kalktığında Duman’la bakıştık. Çenesiyle Rose'u işaret etti. "Şunu izlesene evden çıkana kadar."
Rose titreyerek odadan çıktığında sigaramın izmaritini küllüğe bırakarak peşine düştüm. Koridor oldukça karanlıktı. Sabahın ilk ışıkları burayı aydınlatmıyordu. Koridor ucundaki misafir odasına girdiğinde kapının ağzında durup ne yaptığını izledim. Koltukta büyük çantası vardı, bir de paltosu. Onları aldı ve paltosunu giyindikten sonra çantasını omzuna astı.
“Zaten bu evden er ya da geç gidecektin," dedim çenemi dikleştirirken. “Seni burada barındırmazdım."
"Neden?" diye sordu aksanıyla. "Duman'ı benden kıskandığın için mi?"
"Belki," dedim gözlerimden ateşler çıkarırken. “Kıskansam bile senin benim yanımda şansın olmadığını da biliyorum aslında.”
"Senin yanında şansım yok," diyerek beni yineledikten sonra olduğum yere kadar yürüyerek beni izledi. "Senin bu gece Ada karşısında şansın var mıydı peki?”
Yanımdan yürüyüp geçtiğinde arkasından uzanıp elimi saçlarına dolamak istedim ama o sokak kapısından çıkıp gidene kadar orada kaldım. Dudağımdaki küfrü dişlerimle ezerek sırtımı pervaza yasladım ve pencereden dışarıya baktım. Güneş, sanki bir deride açılan yara gibi genişleyerek gökyüzünün üzerinde büyüyordu. Karanlığı kıran ışığın gücü muazzamdı. Bir süre orada durarak gökyüzünü aydınlatan kuşların uçuşunu izledim.
Koridorda dağılan adım seslerini duyduğumda omuz üstümden arkaya döndüm. Siluetin Duman'a ait olduğunu anlamıştım. Yüzünü ovalayarak yürüdü ve belki de beni fark etmeden Ada'nın odasına yöneldi. Kapıyı hafifçe aralık bırakarak içeriye girdiğinde kıpırdandım ve parmak uçlarımda yürüyerek önce salona girdim. Kapı aralığından içeriye bakındım. Muhammet ikili koltuğa geçmiş, uzanmıştı ama gözleri açık bir şekilde tavana bakıyordu. Üzerine Duman'ın ceketini örtmüştü, umarım Duman görmeden onu kaldırmayı akıl ederdi. Kapıyı çektim ve tekrardan ıssız koridoru yürüdüm. Odalar gün ışığıyla aydınlanmış olsa da koridor için bunu diyemezdim. Aydınlığında sızamadığı yerler vardı işte. Uykulu şekilde Ada'nın kapısına kadar yürüdüm ve gözlerimi aralıktan içeriye diktim. Oda aydınlıktı, artık sabah olmuştu. Gözümün ilk gördüğü Duman oldu. Ada'nın tek kişilik yatağına sığmayı becermiş, kardeşinin kafasını göğsüne yaslamıştı. Duman yorganın üstünde, Ada altındaydı ve başını abisine yaslamış, kollarını gövdesine sarmıştı. İkisinin de gözleri açıktı ve Duman tavanı izliyorken kardeşi onu izliyordu.
"Bana kızgın mısın?" diyerek sessizliği bozan Ada oldu. "Ben Muhammet'in geleceğini bilmiyordum, ona gel demedim abi."
"Asıl sen bana kızgın olmalısın," dedi Duman, dudaklarını Ada'nın saçlarına bastırırken sesi boğuklaşmıştı. Sevgi, öpücüklerle mi beslenirdi? Duman kardeşini hep saçlarından öperdi. "Bu gece sana çok büyük korku yaşattım. Ben zaten bunun altında eziliyorken bir de senin bu kadar anlayışlı olman..."
"Abi, sana hiç kızgın değilim." Ada uykusuzluğa daha fazla dayanamamış olmalı ki gözlerini usulca yumdu. "Çünkü ne olursa olsun her zaman beni kurtaracağını bilirim."
"Evet," diye onu onayladı Duman ve tıpkı kız kardeşi gibi gözlerini yumdu. Bazen seni kesecek olan bıçağa gidip boynunu yaslardın, Duman’la aramızdaki de böyle bir şeydi işte. Birbirimizin keskin köşeleri vardı ve hareket ederken o keskin köşeleri birbirimize batırırdık. Bir aynanın önünde bile bir araya gelemeyen bedenlerimiz varken, nasıl oluyor da hâlâ inatla yan yana durmak için kaderle savaşıyorduk? Ben başımı kapının pervazına yaslayarak boynumu o bıçağa götürürken, Duman usulca fısıldıyor. "Seçenek ne olursa olsun, kim olursa olsun seni seçerim Ada."
Bu gecenin tek kaybedeni vardı. O da bendim.
🥀
Sabah kendimi Duman'ın yatağında, Duman’la uyuyor halde buldum. En son misafir odasına geçip koltuğa yattığımı hatırlıyordum ama beş dakika kadar önce uyanıp da gözlerimi açtığımda Duman’la yatıyor olduğumu görerek şaşırdım. Sanırım bir ara kız kardeşinin yanından kalkabilmiş, beni aramış ve bulduğunda buraya getirmişti. Üzerimden ceketim çıkmıştı, pantolonla bluzum vardı. Başım yastığın boş kısmındaydı ve Duman yüzüstü yatıyordu. Sırtını görebiliyordum. Duman'ın odası geceyi ve aydınlığı tamamen alan bir oda olduğu için şimdi günün aydınlığı odayı doldurmuştu. Terli sırtı bir mücevher parlaklığında görünüyordu ve ince yorgan onu yalnızca kalçalarına kadar örtebiliyordu. Dirseğim üzerinde yükselerek uzandım ve dudağımı sol omzuna bastırdım. "İyi sabahlar eski âşığım."
Saçlarını, terli ensesinden yukarıya doğru okşayarak geçtim ve düzenli nefeslerini bir süre dinleyerek yataktan kalktım. Fiziksel olarak daha iyi hissetsem de gecenin derin yorgunluğunu sanki hâlâ sırtımda taşıyordum. Boynumu iki yana kütleterek aynanın karşısına geçtim ve üstüme çekidüzen vermeye çalıştım. Saç lastiğim gece başımdayken şimdi yoktu. Dönüp yatağa baktım. Lastiğimi Duman'ın avucunda buldum ve uzanıp aldım. Saçlarımla oynarken lastiği çıkarmış ve bir şekilde avucunda tutmuş olmalıydı. Saçlarımı tepemde sıkı bir atkuyruğu yaptıktan sonra komodine ilerledim. Duman'ın telefonunu komodinde gördüğümde ekranı aydınlattım. Saat akşamüstü altıydı. Neredeyse sabah uyuduğumuz için bu saate kadar yatmamız normaldi. Yüzümü ovalayarak odadan çıktım ve kapıyı arkamdan usulca örttüm. Duman'ın bu kalbe iyi bakması gerekiyordu ve uykunun kalple doğrudan bağlantısı olduğunu duymuştum. Az veya çok uyku kalbe zarar veriyordu ve onunki yeterince zarar almışken bir de az uyku yüzünden kalbini riske atmak istemiyordum. Koridora bakındım ama ne Muhammet'i ne de Ada'yı gördüm. Uyuyor olmalıydılar.
Başımda inanılmaz bir ağrı vardı. İlk olarak elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdim ve çıktığımda mutfağın yolunu tuttum. Bir süre etrafta ağrı kesici aradıktan sonra daha önce kullandığım bir ağrı kesiciyi bularak suyla içtim. Bunun ağrımı biraz kesmesini umut ediyordum. Yatağa dönmekle eve gitmek arasında kaldım ama konuşulacak şeylerimiz olduğundan eve gidemeyeceğimi anladım. Annemi aramalıydım. Odaya geri dönerek ceketimi buldum. Cebinden telefonumu çıkararak annemi aradım. Konuşamazdı ama bazen bu bile bizim için iyi bir iletişim yoluydu. Telefonu açmasını, en azından inleyerek iyi olduğunu göstermesini istiyordum. Telefon birkaç defa çaldıktan sonra açıldığında tuttuğum nefesi bırakarak yatağın ucuna oturdum ve Duman'a sırtımı dönerek telefona sıkıca sarıldım. "Anne?"
İnledi. Çıkarabileceği tek ses buydu. O her inlediğinde bana olan neydi biliyor musunuz? Birisi bana, al işte annene bunu yaptılar, diyordu. Sen onlara hiç mi bir şey yapmayacaksın?
Annemin sesini soluğunu kesmelerinin nasıl bir bedeli olmazdı ki?
"Evham yaptığını biliyorum ama gayet iyiyim anne." Sesimde anneme duyduğum sevginin birazından bile yoktu, yalnızca yumuşaktı. "Güvendeyim, benim için endişe etme tamam mı? Senin nasıl olduğunu öğrenmek için aradım. Ev sıcak mı? Elektrikli sobayı yak tamam mı anne? Kahvaltını yaptıktan sonra ilaçlarını almayı da unutma. Ben bugün eve geleceğim, seninle olacağım. Yalnızca birkaç işimi halletmem gerek. Ayrıca güvendesin tamam mı? Korkma anne."
Ama güvende olmamak, ölmek senin daha çok hoşuna giderdi tabii...
İnledi, iyi olduğunu anlatmaya çalışıyor olmalıydı. Derdini bile anlatamayacak kadar kesmişlerdi dilini. “Şimdi kapatacağım ama telefonum hep açık olacak, sen ararsan diye. Herhangi bir aksilikte beni ara, burada olacağım." Ses gelmedi, dinlediğini ve onayladığını varsaydım. "Kapatıyorum öyleyse. Görüşürüz anne."
Sesini duyamadığın biriyle telefonda konuşmak... Dünyanın en berbat şeylerinden biriydi.
Benim nefretimin ve öfkemin harlanması çok kolaydı. Annemin başına gelenle bir daha yüzleşmek, nefretimi tazelemişti. Öfkemin yüzeyde kalmaya ihtiyacı vardı. Ellerimi iki yumruk haline getirirken, yataktaki kıpırdanmayı hissettim. Kaydı ve elini arkadan belime dolayarak parmaklarını bel boşluğuma dizdi. "Günaydın," dedi alçak bir sesle. Sesinde uykunun izleri vardı. Sırtımda bir sıcaklık hissettiğimde yüzünü sırtıma doğru yasladığını anladım. Burnunu sırtımın ortasına bastırıyordu ve bununla yetinmeyerek saçlarını bluzuma sürtüyordu. "Belin çok ince. Tek kolumla tüm belini kavrayabilirim."
"Biliyor musun böyle bir şarkı var," dedim parmakları derimden çok ruhuma kenetlenirken. "Tek bir kez belini kavrasam yeter diyordu."
"Tek bir kez belini kavrasam," diyerek şarkının sözünü usulca tekrar etti Duman. "Yetmez."
"Sen ne anlarsın ince cümlelerden."
Duman'ın sırıttığını hissettim. "Evet, sen çok anlarsın ya."
İtiraz etmeden doğrulmaya çalıştığımda belimi daha sert tutarak buna mâni oldu. "Melih Han'ın yanına ne zaman gideceğiz?"
"Sonra," diye mırıldanırken sesi ciddiydi. "Aç mısın bir şeyler söyleyelim?"
"Olur," dediğimde bluzumun ucunu tuttu ve azıcık kaldırarak tenimi açtı. Belime dokundu. "Olsun."
Kalktığımda bu kez itiraz etmedi. Duman kalktığında üstünü değiştirmesi için ona izin verdim. Ona kalsa üstünü değiştirirken yanında olmamın mahsuru yoktu. Koridora çıktığımdaysa Muhammet'i etrafa bakınırken gördüm. Koridorun diğer ucundaydı ve çekingen bakışlarla etrafı süzüyordu. Gözleri bana çarptığında duraksadı ve ufacık bir tebessüm dudaklarında yara gibi açıldı. "Günaydın yenge."
Hâlâ mı? Sırıtmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Günaydın Muhammet."
Esneyerek yüzünü ovaladı. "Ben banyo arıyordum yüzümü yıkamak için."
"Şurası."
Gösterdiğim yere bakarak kafasını salladıktan sonra koridorun diğer odalarına göz attı. "Ada'nın odası neresi?"
"Önünden bile geçme," dedim onu uyararak. "Sanırım Duman'ın neler yapabileceğini kendi gözlerinle gördün."
Omuzlarını silkti. "Açıkçası ondan korkmuyorum."
Zaten cesur bir adama benziyordu. Ada için ben de böylesini isterdim zaten. "Kaç yaşındasın?"
"Bir dahaki ay yirmi bir olacağım."
Banyoya gireceği için daha fazla şey sormadan içeriye geçtim ve bir koltuğa oturarak dinlenmeye baktım. Çok geçmeden koridordaki sesi duyduğumda, bunun Ada'nın tekerlekli sandalyesi olduğunu anladım. Kapının ağzında göründü ve sandalyesini sürüyerek içeriye girdi. Üstünü kendi başına değiştirmişti. Kırmızı, omuzlarını açıkta bırakan bir bluz ile beyaz, paçalarına doğru bollaşan bir pantolon giyinmişti. Üstelik yüzüne makyaj yapmış, saçlarını taramıştı. Kıyafetlerini giyerken çok zorlanmış olmalıydı, beni çağırsa ona yardımcı olurdum.
"Bugün pek bakımlısın," diyerek onu iğneledim. Kızardı ve kızgınca bana baktı. "Şşt, abim duyacak."
"Duymasına gerek mi var, o da benim gibi fark edecek."
Duraksadı ve ellerini yüzüne yerleştirerek temkinle bana baktı. "Makyajı abartmış mıyım?"
"Hayır, çok güzel görünüyorsun."
Gözlerinin içi parladı. “Teşekkür ederim."
Ada gerçekten güzel bir kızdı. İnsanların su gibi dediği cinsten. Heyecanlı bir şekilde saçlarını düzeltmesini, kapıya bakıp durmasını izledim. Beklediği gibi Muhammet kapıdan içeriye girdiğinde ikisi de durarak bir süre birbirlerine baktı. Ada'nın sandalyesinin en yakınında duran koltuğa oturduğunda, gözlerinin ilgiyle Ada'yı izlediği gözlerimden kaçmadı. "Duman'ın yanında Ada'ya böyle bakma."
İrkilen Muhammet bakışlarını Ada'dan alarak bana çevirdi ve omuz silkti.
"Bir yıldır kesintisizce konuştuğum kızı ilk kez görüyorum, hâlâ şaşkınım, nasıl baktığımı bilmiyorum."
"Bir yıldır mı konuşuyorsunuz?"
"Evet," diyerek ince bir sesle beni yanıtladı Ada. "Hatta bir yıldan bir ay daha fazla."
"Evet." Muhammet gözünü kırpmadan Ada'yı izliyordu. "Benim bir gece kafam çok bozuktu, Twitter'da gezinirken bir arkadaş sayesinde Ada'nın tweetini gördüm. O tweet üzerine ona yazdım, bana geri dönüş yaptığında bir süre Twitter'da konuştuk. Daha sonra numarasını istedim, WhatsApp'dan konuşmaya başladık. İlk birkaç ay fotoğraf atmasını istediğim halde atmadı, üçüncü ayımızda attı fotoğrafını. Ama fotoğrafta olduğundan daha güzel."
Bu samimiyet ve cümleler Ada'yı kızartmıştı. "O tweet neydi ki?" diye sordum merakla.
Ada hızlı bir şekilde omzunun üzerinden Muhammet'e döndüğünde Muhammet aralanan dudaklarını örttü ve ona göz kırptıktan sonra cevapladı. "Bizim aramızda."
"Ne arası?" Duman'ın sesini duyduğumuzda omzumuzun üzerinden arkaya baktık. Duman salonun girişinde, elinde iki paket pizza ile dikiliyor ve ters ters Muhammet'e bakıyordu. Pizza? Sipariş ettiği pizzalar gelmiş olmalıydı. "Siz sadece arkadaşsınız. Arkadaşların arasında bir şeyler olmaz.”
Muhammet Duman'a boş boş bakarken, Ada abisine gözlerini devirmişti. Sadece arkadaş falan değillerdi. Duman bunun farkında olsa da inkâr ediyordu. Elindeki pizzaları orta sehpanın üstüne bırakarak koltukta yanıma oturdu ve ellerini dizlerine yerleştirerek yanaklarını şişirdi. Üzerine siyah, boğazlı bir bluz ve altına eskitilmiş kot giymişti. Ada’nın yüzüne tuhaf tuhaf bakıyordu. "Makyaj mı yaptın?"
Ada'nın eli ayağına dolaştı. "Biraz solgundum, yüzüme renk gelsin istedim."
Duman huysuzca önüne döndü. Tabii ki bu yalanı yememişti, kardeşinin Muhammet için süslendiğini biliyordu ve bu gerçek onu deli ediyordu. Dirseğini dizine yaslarken, sertçe çattığı kaşlarının altından Muhammet'e baktı. "Git bize içecek bir şey getir mutfaktan."
Muhammet itiraz etmeden oturduğu yerden doğrulurken, Duman'a baktığından daha yumuşak gözlerle Ada'ya baktı. "Ne içmek istersin Ada? Evde yoksa bile gidip alabilirim."
Ada gülümseyerek ona bir şeyler derken, Duman dehşetli bir yüz ifadesiyle bana döndü. Yüzünün hali öyle garip ve komikti ki neredeyse gülecektim. "Bir şey yap Mahşer," dedi süregelen dehşetiyle. "Gözümün önünde flörtleşiyorlar…"
"Saçmalama Duman." Dudağımın kenarı kıvrıldığında, Duman'ın gözlerinde bir uçurum yarıldı ve kendimi oraya doğru atlarken buldum. "Ada'ya böyleysen ileride bir kızın falan olursa burnundan getirirsin..."
Ömrü azalmış bir adama gelecekten mi bahsediyordum? Bazen gerçekten dilimin ayarı yoktu. Duman'ın hâlâ beni izlediğini bilerek ensemi kaşırken, Muhammet'in salondan ayrıldığını fark ettim. Ellerim iki yumruk olup dizimin üzerine yerleşti ve yaralarım içimde bir uçurum açarak yüreğimin altına doğru ilerledi.
Muhammet içeceklerle geriye döndüğünde, soğuk kolayı içmeye başladım. Duman Muhammet'in kendine getirdiği içkiyi içmiş, Muhammet'e de alkolü yasaklamıştı. Muhammet ona sadece boş boş bakmıştı. Bence Duman'ı öfkelendiren de buydu. Daha saatler önce tanıdığı bir gence haklı olarak güvenemiyordu.
Pizzalarımızı yedikten sonra Duman'a eve gitmeyi istediğimi söyledim ve o da beni bırakmayı teklif etti. Muhammet’le Ada'yı yalnız bırakacak olması beni düşündürmüştü ama durumun hiç de öyle olmadığını fark ettim. Arayıp Ömer'i çağırdı ve kendisi dönene kadar Ada'ya yardımcı olmasını istedi. Biz evden çıkarken Muhammet, Duman'a ve Ömer'e kötü kötü bakıyordu.
Arabaya yerleştiğimizde dijital radyodan saate baktım. Sekizi geçiyordu. Günü uyuyarak geçirmiştik. Yine akşam olmuştu. Melih Han'ı, arkasını, sorunlarını, düşmanlarımı, kumpası yok saydım. Şimdi Duman’la birlikte bu arabanın içinde seyahat ediyorduk. Arabanın camları açıktı, içeriyi rüzgâr dolduruyordu, radyodan bir şeyler çalıyordu ve saçlarım etrafa uçuşuyordu.
Araba akşam karanlığında evimin olduğu sokağa girdiğinde, etraftaki tek tük insanın arabaya hayranlıkla baktığını gördüm. Duman Range Rover'ı müstakil evimizin kenarına çekerek durdurdu ve ellerini direksiyondan ayırarak bana döndü. Az ilerimizde bir sokak lambası vardı ve soluk sarı ışığı arabanın içini biraz aydınlatıyordu. Radyodaki şarkı değişmişti, bu sefer I Hate U i Love U şarkısı çalıyordu. Duman kısık gözlerini radyoya çevirdi ve az sonra daha yoğun gözlerle bana döndü. "Ne diyor şarkıda?" diye sordu bana, zaten bildiği şeyi.
"Senden nefret ediyorum." Usulca yutkundum ve onun bakışları boğazımdan aşağısına inerken, şarkıda dediği gibi devam ettim. "Seni seviyorum."
Her şey teklifsizce gerçekleşti. Dudaklarım bu cümleyi söyledikten sonra vücutlarımızla olduğu kadar ellerimizle de birbirimize yaklaştık ve parmaklarımızı birbirimizin yüzüne yerleştirdik. Şarkı ince ince çalmaya devam ederken, yüzlerimiz tamamıyla birbirine yaklaştı ve dudaklarımız talepkâr şekilde birleşti. Şarkının ritmine uygun şekilde öpüşmeye başladık ve Duman serin kış akşamında beni yakmayı başardı. Sanki söylediğim kelimelerin tadına bakar gibi öpüyordu.
Elinin biri yüzümden aşağıya, köşeli çenemi okşayarak indi ve parmakları ensemin etrafına dolanarak beni beceriklice sardı. Parmak uçlarım boynunda arayışa çıktı ve saniyesinde âdemelmasını bularak oraya yerleşti. Gözlerim, kapanmayı isteseler de açıklardı ve Duman'ı net bir şekilde görüyorlardı.
O kadar parçalanmış bir kalbin sahibini öpüyordum ki, kendimi ona yaslasam kalbinin parçaları gerdanıma iğne gibi batacaktı sanki.
Kendimi ona yasladım. Beklediğim gibi oldu. Sanki kalbinin parçaları gövdeme battı ve içimde iğne deliği gibi ufak boşluklar açtı. O boşluklardan ona akarken, dudaklarımız kavuşmak üzere ayrıldı. Duman ilkel bir iniltiyle beraber kafasını koltuğun arkasına bıraktığında gözlerini henüz açmamıştı ama elleri kemiklerime kadar batıyordu bana. Dudaklarım çenesinden aşağıya küçük öpücükler kondurarak indi ve tam aradığım yere, âdemelmasına yerleşti.
Duman'ın kaskatı kesildiğini hissederken, "Demek Ada'yı seçecektin?" diye fısıldadım teninin üzerine bir ısırık bırakırken. Bacağı kasılmıştı. "Ada'yı seçecek ve gidecektin demek öyle mi?"
"Hımm," dedi ve her nedense sesi keyifli çıktı. Ayrıca onları duymuş olmama hiç şaşırmamış gibiydi. "Bu seni üzer miydi?"
"Yoo," dedim ve boynuna doğru seslice soluklandım. "Ne alakası var? Ben sadece soruyorum, alınacak halim yok. Kimse kardeşi dururken benim gibi birini seçmezdi.”
"İkiyüzlü arsız şeytanım." Duman'ın parmakları saçlarımı buldu ve siyah, asi saç tutamlarına sıkıca kenetlenerek başımı boynundan kaldırdı. Ağzını ağzıma yaklaştırdı. "Üzülmüşsün.”
"Dün gece işler başka gitseydi?" diye sordum boğukça. "Ne yapardın? Ada'yı mı kurtarırdın? Ya beni?"
"Seni orada bıraktığımda Melih Han'ı dırdırınla öldürürdün zaten."
"Ben seni ne olursa olsun bırakmazdım," dedim ve dudaklarımı çenesinin altına yaslayarak gözlerimi yumdum. “Ama sen beni bırakırmışsın, öğrendim.”
Duman bir an durdu. Çok geçmeden beni tamamen kucağına çekti ve başımı omuz çıkıntısına yerleştirdi. "Ecelini görsem, önce beni al diye üzerine atlarım," dedi ve parmaklarını sırtıma, kalbime denk düşen yere kenetledi. Gözlerim araba camına düştü. Teninden kokusunu alıyor, dokunmuyorum diye sitem ederek yanan tenini hissediyordum. Söndürebileceğimi bilsem ateşinin üzerine elimi örterim ateşin ateşi söndüremeyeceğini bilirim. "Kardeşimi seçeceğimi söyledim, çünkü canını yakmak istedim. Fakat günün sonunda canın yandığı için ben daha çok üzüldüm.”
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...